Reviews

On Love and Death by Anthea Bell, Patrick Süskind

freddyfcr's review against another edition

Go to review page

informative inspiring reflective slow-paced

3.0

ikovski's review against another edition

Go to review page

1.0


Her ne kadar ‘deneme’ dese de, kitabın işsiz bir blog kullanıcısı tarafından yazılmış uzun bir ‘denenmiş’ yazı olduğu hissini, okurken üzerimden atamadığım gibi ‘Koku’ gibi bir kitabı da aynı kişinin yazdığına inanamıyorum,
gerçi kitabı okumamış ancak filmine hayran olsam da, ki kurgusal farklılık yok baktığım kadarıyla.

Konunun geliş kısmında, bahsi geçen Sokrates, Platon gibi düşünürleri, devamında Baudelaire, Goethe, Wild, Mozart (eğer eseri yanlış araştırmamışsam), Novalis, Kleist gibi sanatçıları temalar üzerinde örneklendirdiğinde, iyi veya kötü yönde ‘yorum’u var. Netine net bir araştırma, tezvari bir şey beklemiyorum elbette bu tarz kitapları gördüğümde ancak denemeden beklentim de böyle 'şımarık' değil, içerik olarak.

Adamın aşk ve ölüm, aşkın ölümü ve ölüm aşkı veya herhangi başka bir kombinasyonuna karşı düşündüğü neredeyse her şeye zıttım. Aşkın ilahi yani erdemli veya bilgelik, bir de ciddi olanında kanaati var gibi. Ancak beni çileden çıkaran nokta şu oldu: bir yazarın ait olduğu toplumun dini ögeleriyle alaycı olmasını aşırıya kaçmadığı sürece mazur görebilirim (çünkü geneli öyle :D), burada da aynı durum vardı ancak bnm olayım bu değil; Süskind, İsa'dan bahsederken (Lazarus’un dirilişi) ondan -anlaşılabilir olan iktidar düşkünü demesinin yanında- böyle pislik herifin teki gibi anlatıyor, İncil’den aktarırken dalga geçiyor, İsa’nın ‘propaganda’sı ve kötücül istismarından bahsediyor. Üstelik karşılaştırma yaptığı mit ozanı Orpheus’u da göklere, ta olimposun arşına kadar yüceltirken. E sevgili Süskind, sen İsa'yı veya Orpheus’u (veya yazarları) bana böyle öznel aktararak senin yaptığın ne?

İster blogger olsun ister araştırmacı, ister yazar, ‘yazan’ kişiden net tarafsızlık beklemesem de bir propaganda hissiyatı uyandırmasın, işin içine “yorum” katmasın isterim, araştırdığı şeyin elemanlarına yönelik, hele ki bu kitap gibi bir ‘tez konusu’ misali ise (eğer kitap salt veya dolaylı yoldan eleştiri, kara mizah, felsefik vesaire gibi bir eser değilse ya da işte bilmem ne imgesi üzerinden din ve falancayı irdelemiyorsa fln fln). Süskind resmen bir yerden sonra kendi kendinin gazına gelip verip veriştirmiş. Ve bu bir İsa'dan değil. Böyle olmaması gerekir, olması gereken, ikisinin de minimum subjektiflikle, bahsini etmeye çalıştığı aşk ve ölüm çizgisinde irdelenme yalnızca.

Ayrıca Lazarus’un diriltilmesinde aşk nerede, göremedim ben?

Bir diğer konu örneklerin eksikliği, yani mitte Eros’u kullanmasını anlıyorum da Afrodit’e, Hermaphrodite’e ne oldu, onlar da aşkla ilişkili birebir. Öte yandan neden sadece iki-üç düşünür var. Çerçeveye uzaktan baktın, antik yunan ve daha da eskisi yunan mitinden başlarken en çok Almanya’da takılıp şöyle de bi Avrupa turu yapıyoruz, Doğu’yu ben bizzat es geçtim zaten. Madem öyle, sadece Yunan düşünür ve yazarlardan yola çıkılarak oluşturulabilirdi.

En başta verdiği üç örnek çiftin de saçmalığı, giriş için saçmalığı daha doğrusu. Ki bu örnekler, konunun ötekisi olan ‘ölüm’e bağlanmamıştı bile, kitabın sonuna dahi iliştirilmemişti. Mesela burada, çiftlere ve aşklarına yönelik kendi düşüncelerini son derece makul ve kabul edilebilir buluyorum çünkü kendi deneyimi.


Bir takım istatistiki verilere dayandır demiyorum, ama bir şey anlatıyor tarihten misal (le petita mort), sen buna kalkıp ‘... gibi bir zırva’ diyorsan, mutlak doğruya inanmayan ben onun mutlaklığını isterim senden; kime göre, neye göre? Eğer bana bunu verseydi, verdiklerine kani olayım olmayım, bunun dayandırıldığı yerin ‘sen olmadığı’nı bilirdim.

Şimdi kalkıp Platon’unki, Goethe'ininki de kendi fikri diyecekler vardır, elbette öyle, ancak kitabı yazan kişi örneklerinden sonra kendi mantık, gözlem, tecrübe, fikir, analiz, deney veya örneklem varsayımlarını aktarabilir, ya da tüm bu prosedürlerini bana aktararak yazarsan, o anlattığın, örneklediğinin üzerine yaptığın ‘kişisel yorum’dan çıkar; üslub çok önemli. Ha felsefe veya deney yapıyorsan, iş başka, Yunan mitine girmeye ne gerek var? Sonuç çıkartmıyorsan, diyalektik kurmuyorsan, olguyu eleştiriyorsan, bana ne senin ne düşündüğünden.


Şimdi öznele inelim istiyorum çünkü:
Girişte, “Neden insanlık tarihinde meme, vajina ve fallus kültü vardır da, dışkı kültü yoktur?” (sf.12) demiş, ben de aklıma gelen ilk isimle ‘Bukowski var?’ demiştim (çoğaltılabilir). İşin güzel yani yorumu yazdıktan sonra, not aldığım ‘bahsi geçen kitaplar’a bakarken buraya tekrar denk geldim ve ‘dur lan’ deyip “dışkı kültü” diye arattım google’da. Karşıma bir inceleme çıktı, üstelik Türk (!); Ahmet Sarı’nın kısa bir inceleme kitabı var: “Alman Edebiyatında Dışkı Kültü”. Muazzam.

Ve devam ediyorum buradan hareketle.
Hemen bir sonraki sayfada diyor ki:
“Çok özel bir şey olduğuna inandığımız aşkı tartışmak istediğimizde, birisinin bize aşkın sindirim sistemine olduğu kadar meddücezre de hükmeden evrensel bir temel ilkeyi temsil ettiğini söylemesi pek işimize yaramaz. Ölümün, amiplerden tutun da Pegasus takımyıldızındaki bir kara deliğe kadar etki eden termodinamik bir olgu olduğunu söylemekle aynı kapıya çıkar bu - kaldı ki bununla da hiçbir şey söylemiş olmaz. Aşkın da fiziksel ve kimyasal, mekanik ve vejetatif veçheleri vardır elbette-…” (sf.13)
Aldığım not şu: ‘Ama bu yönüyle kullanılanlar melankolik tınıda metafizik şiir ortaya çıkıyor?’ olmuş. Gerçekten, o halde metafizikçi, avangard radikal romantikçi vd. edebiyatların hepsi ölsün zaten.

‘Bahsi geçen yazarlar’dan bir örnek: Kleist.
“Kleist, intiharı aklına koymuşken kaleme aldığı son mektuplarında yaşama sevinci ve şehvani duygularla dolup taşmaktadır adeta. Aylardır, kendisiyle birlikte ölmeyi göze alacak bir kadın arayışındadır. Nihayetinde, coşkuyla bu rolü üstlenecek kadar hasta, depresif ve aptal bir kadın bulmuştur; önemsiz bir memurun karısıdır -kadının yaşamının, silahla vurularak zirve yapacak kadar vasat, kederli, frijit ve dini yanılsamalarla dolu olduğunu düşünmek bile istemeyiz!” (sf.37)
Kaba tabiriyle adam Kleist’e bok atıyor, okumuş fln beğenmemiş resmen adamın hayatını, aşkını, bak hayat felsefesini değil, onu da bize aktarmaya çalışıyor, höh! Yani hiç kimse, bana bunun bir ‘edebiyatçı’ tarafından yazılmış ‘deneme’de olabileceğini kabul ettiremez.

Konusu açılmışken aşk için kendini öldürenler adına (Genç Werther'in Acıları, Anna Karenina, Madam Bovary, Effi Briest):
“…onları anlayabiliriz… Ama bu duygudaş anlayışımızın son bulduğu, ilgimizin solduğu ve yerini açık bir tiksinmeye bıraktığı bir nokta da vardır: O nokta… aşkın en yüce ve en saf biçimini, yani tam ifasını ölümde bulduğu andır.” (sf.35, 36) ifadesi var.
İsteyene de diğer hepsi için de böyle alıntılar verebilirim.

Yazar için bu saydıklarımın hepsi ‘öznel’ bir yorum, soyut da olsa nesnel hiçbir dayanak yok burada. Bir şeyi ‘yaşamadan’ da yorumlayabilirsin, yorumlamalısın, ancak işin içine kendi fikrini sokmayacaksın. Her savın başına ‘bence’ ekleseniz hiçbir şey kaybetmez veya kazanmazsınız. ‘Bence’ burada ‘gizli zarf’…
Yani ne bir çerçeve, ne bir yol, ne de bir objektiflik var. Dağınık, ilişkisiz ve yetersiz. Profesyonellik mesele değil. İnceleme, tez, makale ve adını bilmediğim diğer ‘ciddili’ yazım teknikleri beklemedim.
Ve lütfen, ‘İsa’yla dalga geçti, sevdiğim yazarlara gömdü, kafalar uyuşmuyor’ diye sevmedim gibi bir eblehliğe düşmeyin, yeterince iyi izah ettiğimi düşünüyorum.


Denemenin denemesini yazdım. Ya da sadece çelişiyorumdur belki. Belki şöyle bir dönüp bakınca, bu yorumun da başına ‘bence’ getirebiliriz.
Getirebilir miyiz?

Seni hep Koku’n ile bilmek isterdim Süskind
esenlikle
iko

loldesh's review against another edition

Go to review page

3.0

UFAK BİR SIR: Oldum olası sevmem bu Deneme'leri. Okumak için kendimi zorlamalıymışım gibi hissettirir, görünüşte azıcık olan sayfalar elimde, dilimde, beynimde büyür de büyür.

UFAK BİR GERÇEK: Süskind usta ile böyle bi' sorun yaşamadım, lakin kitabı da hakkıyla yaşatamadım. (bence!)

BİR TERCÜME: Daimon. Eski Yunanca; Doğa üstü bir güç.

GEREKSİZ BİR BİLGİ: Bu (okuduğum) Süskind ustanın Türkçe'ye kazandırılmış son eseriydi, bitti.

SPOILER: Kitap mitoloji ile alakalı.

BİR OYUN: GOD OF WAR.

BİR İKİ İSİM: TRISTREM AND YSONDE, Tristram ok Ísodd / Tristan ve Isolde.

BİR RESSAM: John William Waterhouse.

BİR AN: Bazen eve giderken dik bir yokuştan çıkıyor, çamurlu bir tarladan geçiyorum. Bir cadde ve iki ara sokaktan. Kestirme olması için sapılan bir kurak çölden, yeşil ışığı bekleme derdi olmayan şu meşhur yıldızlardan, belki biraz okyanustan, mükemmel bir bilemedin iki şarkıdan.

ALAKASIZ BİR ŞARKI: Şurada. (Hayır, resmen nokta atışı!)

BİR ANI: Merhaba, az önce deneme okumanın bünyemde nasıl etkilere yol açtığını görmüş oldunuz.

DÜNYANIN EN GÜZEL ŞEYİ: Bakış açısı.

Birilerine göre bu dünyanın en güzel yazısı, sana göre en kötüsü. Benim için en saçma, onun için en mantıklısı.
Bu gece kahvelerimizi hayatı güzel kılan şarkılara, Süskind'e ve onun güzel bakış açısına içelim.

UFAK BİR HATIRLATMA: Su Türk Kahvesinden önce içilir.

BİR DİLEK: İyi geceler.

nannerboix's review

Go to review page

dark reflective relaxing fast-paced

5.0

zimlicious's review against another edition

Go to review page

3.0

Bu yazının orijinali (ve daha iyi görüneni) canlabirsene'de yayınlandı.

Aşk ve Ölüm Üzerine'ye başlarken ne bekledim çok emin değilim ama hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştığım kesin. Koku gibi bir romanı yazan adamın aşk ve ölüm üzerine söyleyecek çok şeyi olduğunu düşündüm sanırım. Halbuki, Aşk ve Ölüm Üzerine minnacık bir kitap (64 sayfa) ve Süskind tamamen kendinden bir şeyler yazmayı değil, aşk ve ölüm hakkında konuşurken Plato, Wagner, Kleist, Göethe, Mann, İsa ve Orfeus gibi isimleri referans almayı tercih etmiş.

Süskind'e ve bu fikri doğrultusunda referans aldığı isimlere göre aşk, aptalca bir duygu. İnsanı kör ediyor, ona saçma sapan şeyler yaptırıyor ve "âşık çiftler sıklıkla müşterek otizme ya da müşterek küstahlığa meylederler." Aşktan ölüme geçerken ise Süskind Stendhal'i referans vererek şöyle yazıyor: "'Gerçek aşk,' diye yazar Stendhal, 'ölüm düşüncesini daha sık getirir akla, ölümü düşünmek daha kolay, daha az korkutucu hale gelir; ölüm basit bir mukayese meselesine, kişinin pek çok şey karşılığında ödemeye hazır olduğu bir bedele dönüşür."

Aşk ve Ölüm Üzerine şunu gözler önüne seriyor: popüler kültürde aşkın bir tür aptallık, delilik olduğunu kabul etmiş olsak dahi onun hakkında konuşmaktan, onu aramaktan, hakkında şarkılar yazıp filmler çekmekten vazgeçmiyoruz. Ölüm ise hala üstü kapalı, düşünmek istemediğimiz bir konu. Hele ki günümüzde vampirler gibi doğaüstü varlıkların giderek popülerleşmesi ile ölüm artık gereksiz, sıkıcı ve kaçınılabilir bir kategoriye geçmiş durumda; ölümsüzlük varken, niye ölelim ki?

schwarzer_elch's review against another edition

Go to review page

4.0

Este libro es una reflexión histórico – social del significado que tienen el amor y la muerte en el mundo moderno. Si bien el libro consta de un solo capítulo, la narrativa de éste está claramente dividida en dos: una parte dedicada al amor y, la otra, lógicamente, dedicada a la muerte.

La parte que gira en torno al amor me pareció mucho más interesante y comprensible que aquella que reflexiona sobre la muerte. Incluso, el autor compara al amor con otras experiencias humanas que nos resultan tan “mundanas” como defecar. Y utilizo las comillas porque el autor pone al mismo nivel la acción de enamorarse y la de defecar, por poner solo un ejemplo.

Se trata de un libro sencillo, sin mayores pretensiones, pero profundo y que invitará al lector a la reflexión. Además, el autor tiene un lenguaje irónico y divertido para explicar de manera simple cosas que pueden ser complicadas, lo cual siempre es un verdadero gol literario.

Está como para leer en una tarde tranquila de relajo y, créanme, vale completamente la pena.

beckyisbookish's review against another edition

Go to review page

5.0

Gorgeous, poignant and funny. I'm looking forward to reading more by Süskind.

emilys_bookworld's review against another edition

Go to review page

3.0

A essay you can read in a day: I really liked the structure and arguments but I had some problems concentrating

cristinavulpe's review

Go to review page

5.0

"De ce nu a existat in istoria omenirii un cult al defecarii si al excrementelor, asa cum a existat un cult al sanilor, vaginului si falusului?"

"...toti cei ce scriu sau canta acolo incearca sa dea glas convingerii ca iubirea e ceva ceresc, sublim, mantuitor; iar termenii in care e cantata sau descrisa au pastrat pana in zilele noastre o incarcatura religioasa. Si astfel iubirea se deosebeste suficient de mult de excremente."

E pur si simplu fermecatoare cartea asta, o data pentru ca e vorba de Suskind, pe care il cunosc si care m-a incantat intr-un mod cu totul deosebit, din cauza Parfumului si a Porumbelului, si o data pentru ca e un eseu, si e unul foarte bine scris. In el sunt dezbatute, dupa cum reiese si din titlu, doua teme: iubirea si moartea. Prima este infatisata prin trei exemple, destul de concrete.
In cazul celui dintai, intr-o zi ca oricare alta, scriitorul nostru se trezeste blocat intr-un ambuteiaj, astfel ca, neavand ce face, incepe sa observe soferii din jurul lui. Asa ajunge sa remarce cuplul localizat in masina din fata, care se devoreaza cu o foame si un fanatism duse pana la paroxism, indivizi care nu par sa se poata dezlipi mai mult de cateva minute, unul de celalalt. Diferenta dintre cele doua personaje [ea pare cumintica, stilata si oarecum intelectuala, el are cosuri, e cam buhait, si poarta un cercel de aur in urechea stanga, tinandu-si si piciorul afara, pe portiera, intr-un mod cu totul dezinvolt] nu pare sa-i incurce cu ceva, mai ales cand domnisoara, din cate am inteles din descrierea lui Suskind, se preteaza sa-i ...faca un serviciu in trafic, prietenului ei. Culoarea devine verde, masinile din spatele scriitorului claxoneaza, iar tipul ii arata, ranjind, degetul din mijloc naratorului nostru, desi el fusese, probabil, singurul nevinovat, singurul care nu apelase la semnale sonore pentru a le grabi inaintarea, celor doi amorezi. In consecinta acestui moment, romancierul se intreaba, inevitabil, ce-i uneste pe oameni asa de diferiti, si ce e sentimentul asta, pe care-l numim iubire?

Cel de-al doilea cuplu este reprezentat de o doamna mai in varsta, alaturi de un compozitor roman [nu ii da numele], pe care-i despart 20 de ani, dar care, sa fim seriosi, avand in vedere ca tipul are vreo 50+, nu-s chiar un capat de lume.. Pe parcursul unei cine, se ating vadit de atatea ori, se saruta de atatea ori, si stau intr-atat de apropiati incat se vad nevoiti sa isi uneasca scaunele! Sunt intr-atat de dulci si siroposi, incat iti vine de-a dreptul greata la stomac.

Iar cel de-al treilea exemplu, si, bineinteles, preferatul meu, il infatiseaza pe ditamai Thomas Mann, intr-o excursie cu familia, in cadrul unei sederi la un hotel din Germania. Aici are sansa, sau mai degraba nesansa, sa fie servit, intr-o dupa-amiaza plictisitoare, de un chelner atragator, pentru care face o pasiune nebuneasca, si pe care, ulterior, printr-un schimb asiduu de scrisori, il va ajuta sa emigreze in America. Ce mi-a placut, mai mult sau mai putin, e ca acest monstru sacru, care si-ar fi permis, pana la urma, orice, nu initiaza o aventura extraconjugala cu frumuselul - in schimb, rabda in taina, mistuit de focul interior, tocmai pentru ca ideea ca nu-si va implini niciodata dragostea, o face intr-atat de ideala si perfecta! This I love - I just love. Ar fi putut, foarte bine, sa-si paraseasca nevasta si sa traiasca cu Adonis-ul de mai sus. Nu stiu daca l-ar fi judecat multa lume, pentru ca, pana la urma, era Thomas Mann, ce Dumnezeu. In schimb, el alege sa-i dedice o ofranda absoluta, transformandu-l intr-un personaj de roman. Magnifica poveste. Superba.

Cea de-a doua parte [care trateaza moartea] e ceva mai dark and gloomy, mai ales pentru ca religiosii n-au sa inghita prea bine portiunile care-l infatiseaza pe Iisus Cristos ca fiind un infumurat de cinci stele, care-l invie pe Lazarus doar pentru glorie si putere. This I don't know, and never will know, seeing I always keep my options open, in materie de culte si religii. Tot in aceeasi parte se trateaza, de-a fir a par, povestea lui Orfeu si a Euridicei, alt cuplu bizar, compus dintr-o frumoasa cam prostuta si un dobitoc neincrezator, sau mai degraba, impartasind, aparent, acelasi pacat cu Iisus, un infumurat - el neputand sa se abtina si sa traga cu ochiul daca Euridice il urmeaza spre pamant, din Infern.

I loved it! In curs de maxim doua ore era gata..cu alte activitati pe parcurs, cum ar fi a ma certa cu laptopul, care-mi face figuri din ce in ce mai des, inchizandu-se in mijlocul redactarii unei postari sau a unui e-mail.

poeshoe's review

Go to review page

fast-paced

4.0