Take a photo of a barcode or cover
dark
reflective
fast-paced
Plot or Character Driven:
Plot
Strong character development:
N/A
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Yes
challenging
dark
emotional
reflective
tense
fast-paced
Plot or Character Driven:
Plot
Strong character development:
No
Loveable characters:
Complicated
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Yes
challenging
emotional
medium-paced
Plot or Character Driven:
Plot
Strong character development:
Complicated
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Yes
Bu yazının orijinali (ve daha iyi görüneni) Zimlicious'ta yayınlandı.
“Çocuktan al haberi” demiş atalarımız ama “çocuklardan korkmak lazım” diyen olmamış mı hiç? Ağaçtaki’nin ilk kez 2000 yılında yayınlandığından yola çıkarak, “şimdiki çocuklar psikopat canıııım” diye genelleme yapsam o da olmaz çünkü bu çocukların William Golding’in 1954’te, Sinekler Tanrısı’nda bahsettiği çocuklardan aşağı kalır yanı yok valla. Şimdi böyle bir benzetme yaptım diye “ben onu okudum; bunu okumama gerek yok” diye düşünmeyin çünkü yer ve zaman gibi çocukların amacı da bambaşka. Çok başka…
Ağaçtaki’nde maceralarına tanık olduğumuz bir grup yedinci sınıf öğrencisi, “anlam” peşinde. Normalde derslerine çalışsınlar, oyun oynasınlar, birbirlerinin saçını çeksinler, kızdan hoşlanan oğlan onunla dalga geçsin, oğlandan hoşlanan kız çocuğa çekme taksın takılırlar diye düşünür insan. Bu çocukcağızlar da yüksek ihtimalle biraz önce tasvir ettiğim gibi çocuklardı, ta ki sınıf arkadaşları Pierre Anthon, yani ‘Ağaçtaki,’ “hiçbir şeyin anlamı olmadığı için, bir şeyler yapmanın da değersiz ve gereksiz olduğunu fark ettiği gün” okulu bırakana kadar…
Kendimi ve birlikte okuduğum arkadaşlarımı düşünüyorum da… Bizde Pierre Anthon gibi bir çocuk olsa biz de “hiçbir şeyin anlamı yok!” diye katılırdık ona sırf okula gitmeyelim diye. Okula gitmemenin, ödev yapmak zorunda olmamanın heyecanı ve adrenaliyle de ne anlam sorgulardık, ne de gelecekte ne olacağımızı. Halbuki, Janne Teller’in oluşturduğu hayali Danimarka kasabası Taering’in ilkokulundaki öğrenciler böyle değil. Onlar, Peter Anthon’un hatalı olduğunu, bir şeylerde illa ki anlam olduğunu kanıtlamaya kararlı. Hem de öyle kararlılar ki anlatamam. (Daha doğrusu, anlatırsam spoiler vermiş olurum; o nedenle anlatmıyorum.)
Ağaçtaki, hayatın anlamını sorgulatıyor size, evet. Ancak ben şahsen bunun sonu olmayan bir iş olduğunu düşündüğümden, içerisinde anlam bulduğum şeyleri sorgularken buldum kendimi: aile, arkadaşlıklar, bir yabancının beklenmedik bir şekilde otobüste size yer vermesi veya kapıyı tutması, Moda’da kedileri besleyen teyzeler, yavru kediyi evlat edinen koca köpek, bebeklerini emzirirken uyuyakalan kutup ayısı, kar toplayana güneşin çarpık sırıtışı, denize düşen ay ışığı… Kararım şudur: anlam yükleyecek bir şeyler bulun. Yoksa çekilmez bu hayat!
“Çocuktan al haberi” demiş atalarımız ama “çocuklardan korkmak lazım” diyen olmamış mı hiç? Ağaçtaki’nin ilk kez 2000 yılında yayınlandığından yola çıkarak, “şimdiki çocuklar psikopat canıııım” diye genelleme yapsam o da olmaz çünkü bu çocukların William Golding’in 1954’te, Sinekler Tanrısı’nda bahsettiği çocuklardan aşağı kalır yanı yok valla. Şimdi böyle bir benzetme yaptım diye “ben onu okudum; bunu okumama gerek yok” diye düşünmeyin çünkü yer ve zaman gibi çocukların amacı da bambaşka. Çok başka…
Ağaçtaki’nde maceralarına tanık olduğumuz bir grup yedinci sınıf öğrencisi, “anlam” peşinde. Normalde derslerine çalışsınlar, oyun oynasınlar, birbirlerinin saçını çeksinler, kızdan hoşlanan oğlan onunla dalga geçsin, oğlandan hoşlanan kız çocuğa çekme taksın takılırlar diye düşünür insan. Bu çocukcağızlar da yüksek ihtimalle biraz önce tasvir ettiğim gibi çocuklardı, ta ki sınıf arkadaşları Pierre Anthon, yani ‘Ağaçtaki,’ “hiçbir şeyin anlamı olmadığı için, bir şeyler yapmanın da değersiz ve gereksiz olduğunu fark ettiği gün” okulu bırakana kadar…
Pierre Anthon galiba bir şeyin farkına varmıştı: Anlam göreceli bir şeydi, dolayısıyla anlamın da anlamı yoktu.
Kendimi ve birlikte okuduğum arkadaşlarımı düşünüyorum da… Bizde Pierre Anthon gibi bir çocuk olsa biz de “hiçbir şeyin anlamı yok!” diye katılırdık ona sırf okula gitmeyelim diye. Okula gitmemenin, ödev yapmak zorunda olmamanın heyecanı ve adrenaliyle de ne anlam sorgulardık, ne de gelecekte ne olacağımızı. Halbuki, Janne Teller’in oluşturduğu hayali Danimarka kasabası Taering’in ilkokulundaki öğrenciler böyle değil. Onlar, Peter Anthon’un hatalı olduğunu, bir şeylerde illa ki anlam olduğunu kanıtlamaya kararlı. Hem de öyle kararlılar ki anlatamam. (Daha doğrusu, anlatırsam spoiler vermiş olurum; o nedenle anlatmıyorum.)
Ölmek o kadar kolaysa, bunun nedeni, bir anlamı olmamasıdır. Ölümün anlamı yoktur, çünkü yaşamın da anlamı yoktur. Hepsi aynı, siz eğlenmenize bakın!
Ağaçtaki, hayatın anlamını sorgulatıyor size, evet. Ancak ben şahsen bunun sonu olmayan bir iş olduğunu düşündüğümden, içerisinde anlam bulduğum şeyleri sorgularken buldum kendimi: aile, arkadaşlıklar, bir yabancının beklenmedik bir şekilde otobüste size yer vermesi veya kapıyı tutması, Moda’da kedileri besleyen teyzeler, yavru kediyi evlat edinen koca köpek, bebeklerini emzirirken uyuyakalan kutup ayısı, kar toplayana güneşin çarpık sırıtışı, denize düşen ay ışığı… Kararım şudur: anlam yükleyecek bir şeyler bulun. Yoksa çekilmez bu hayat!
challenging
dark
inspiring
mysterious
reflective
sad
fast-paced
Plot or Character Driven:
Plot
Strong character development:
Complicated
Loveable characters:
N/A
Diverse cast of characters:
Yes
Flaws of characters a main focus:
Complicated
challenging
dark
reflective
tense
This book is a challenging read, not because of the language itself, but the content. I read it when I was in high school, and I remember having to take at least week to sit on my emotions and reflect on it before moving on to read the next book. And that is coming from someone who was never seen without a book in their hands at school, who would read in every spare moment during and between classes. I give it such a high rating because of the emotional impact it had on me back then, which I still remember today. But the book was also disturbing and difficult to get through at points. I give it 4.75 stars for it’s artistic merit, but not 5 because I can’t say I truly enjoyed reading it, though I believe it is great in its own right.
dark
mysterious
reflective
tense
medium-paced
Plot or Character Driven:
Plot
Strong character development:
Complicated
Loveable characters:
Complicated
Diverse cast of characters:
Yes
Flaws of characters a main focus:
No
Graphic: Animal cruelty, Animal death, Death, Gore, Sexual assault, Blood, Murder
Moderate: Child death, Injury/Injury detail
Minor: Child abuse
reflective
slow-paced
Plot or Character Driven:
Character
Strong character development:
Yes
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
N/A
Flaws of characters a main focus:
Yes
Disturbing but powerful - not the kind of thing you enjoy reading, but thought-provoking.
Nada es la provocativa y controversial novela de Jane Teller que a través de la inocencia infantil redacta la oscura historia de los niños de Tæring cuando Pierre Anthon cae en cuenta de que nada tiene sentido.
-Todo da igual– dijo un día. –Porque todo empieza sólo para acabar. En el mismo instante en el que nacéis empezáis a morir y así ocurre con todo.
A partir de esta simple trama es que Teller logra plantear una gran duda existencial en su lector...
¿Cuál es el sentido de la vida?
-Todo da igual– dijo un día. –Porque todo empieza sólo para acabar. En el mismo instante en el que nacéis empezáis a morir y así ocurre con todo.
A partir de esta simple trama es que Teller logra plantear una gran duda existencial en su lector...
¿Cuál es el sentido de la vida?