Take a photo of a barcode or cover
A review by mesut
Mutluluğun Mimarisi by Alain de Botton
4.0
Okurken keyif veren ve kendini notlar alınarak okutan bir kitap.
Kitapta temel hatlarıyla mimarinin bir sanat eseri olması açısından, insanın ihtiyaçlarına, eksikliklerine ve özlemlerine hitap eden oranda başarılı, ihmal eden oranda da başarısız olduğunu gösteriyor.
Mimari, bir sanat alanı olarak paradigmaların hüküm sürdüğü ve uslamlanabilir bir disiplin olarak ele alınmış. Kitapta Freud'dan ve din mimarisi savunucularından verilen örnekler de zıtlık ya da tez-antitez açımlamaları üzerinden insan psikolojisini de ele alıyor. Bu ele alışta, diğer sanat disiplinlerinden verilen örnekler ve akımlar konuya bir bütünlük de getiriyor.
Kitabın çoğu yerinde başarısızlık örneği olarak ünlü mimar Le Corbuiser örnek olarak gösteriliyor. Mesela ünlü lojman binasında Corbusier köylerinden ayrılarak şehrin içerisindeki fabrikalara gelen işçilerin eski hayatlarına duyduğu özlemlerinin ve eski alışkanlıklarının olabileceğini öngöremedi. Corbusier'in fabrikasyon ruhunu yansıtan modern yapıtı, işçiler tarafından bir köy evine benzeyecek şekilde bahçelerine çitlerin çekildiği, çatının saçlarla kaplandığı bir yapıya dönüştürüldü. Corbusier burada "hız ve fabrikasyon" ruhunu yansıtmak üzere bir eser tasarlarken açıkçası "algılara yön vermek ya da beklentileri/ihtiyaçları karşılamak" şeklinde özetlenebilecek bir ikilikte yanlış dengeyi seçmiş bulunuyor.
Kitabın bir bölümünde insan duygularının nüanslara göre 180 derece farklılılaşmasına dair çok sayıda örnek veren de Botton, mimarinin birçok açıdan bir denge ve düzen kurma disiplini olduğunu çok sıkı vurguluyor. Özellikle "karmaşıklıkla birlikte sunulan düzen"e verilen Doge Sarayı örneği ile "düzenin sıkıcılığı"na verilen Procuratie Vecchie örneği yazarın yazılı soyutlamalarını görsel bir şekilde okurda tecessüm ettiriyor. Kitabın görsel seçiminin başarısı okumayı çok kolaylaştırıcı bir unsur olmuş.
Denge kurmaya dair önemli bir soru da özgünlük ve tekrarlanabilirlik arasında. Mimarlar özgün eserler mi üretsin yoksa en iyilenmiş tasarımımı mı tekrarlasın? Bu da şüphesiz ki bir paradigma sorusudur ve Adolf Loos'un aşağıdaki sözleri en dikkat çeken paradigmalardan biridir;
"The best form is there already and no one should be afraid of using it, even if the basic idea for it comes from someone else. Enough of our geniuses and their originality. Let us keep on repeating ourselves. Let one building be like another. We won’t be published in Deutsche Kunst und Dekoration and we won’t be made professors of applied art, but we will have served ourselves, our times, our nation and mankind to the best of our ability."
- Adolf Loos
Duyguların nüansına değinmenin bir diğer gerekçesi de sanırım yazarın kitabı yazma motivasyonuyla ilgili. Kitabın sonundaki aşağıdaki düşünce, mimari gibi sanat kimliği yüksek bir disiplinin ussallığını, bir büyübozumu olarak gösteriyor;
"Huzursuzluğumuzu mistik temellere dayandırırız çünkü aslında neyden rahatsız olduğumuzu bilemeyiz. Aslında akılla anlaşılamayacak bir duygumuz yoktur. Mimarideki ve kendimizdeki hatalara yol açan şey kim olduğumuzu bilmeyişimiz ve anlayamamamızdır."
Alain de Botton'un yukarıdaki ussalığa değinirken kitap boyunca verdiği örneklerde, mimaride kitabileştirilebilecek bir ideal'in, "kanıtlanmış oranların" ve "en iyi tasarım"ın bulunmadığını, bir yönerge hazırlamaya dair çabaların Palladio örneğinde olduğu gibi başarısız taklitlerden başka bir şey üretmediğini de gösteriyor. Bu durumda de Botton'un işaret ettiği ussallık, neyi neden seçeceğini bilen bir kişinin ussallığı oluyor. Yani matematiksel olarak formülüze edilebilecek bir öngörü ve sadeleştirme yapılamıyor ama çağını ve insanları okuyabilen bir mimarın bir us yürütümle en-iyi adayı olacak yapılar üretebilmesi mümkün görülüyor. (Galiba bu örneği kural temelli bir öngörü modeli yerine nöral ağ temelli bir modele (yaygın kullanımla yapay zekaya) de benzetebiliriz.)
Kitapta temel hatlarıyla mimarinin bir sanat eseri olması açısından, insanın ihtiyaçlarına, eksikliklerine ve özlemlerine hitap eden oranda başarılı, ihmal eden oranda da başarısız olduğunu gösteriyor.
Mimari, bir sanat alanı olarak paradigmaların hüküm sürdüğü ve uslamlanabilir bir disiplin olarak ele alınmış. Kitapta Freud'dan ve din mimarisi savunucularından verilen örnekler de zıtlık ya da tez-antitez açımlamaları üzerinden insan psikolojisini de ele alıyor. Bu ele alışta, diğer sanat disiplinlerinden verilen örnekler ve akımlar konuya bir bütünlük de getiriyor.
Kitabın çoğu yerinde başarısızlık örneği olarak ünlü mimar Le Corbuiser örnek olarak gösteriliyor. Mesela ünlü lojman binasında Corbusier köylerinden ayrılarak şehrin içerisindeki fabrikalara gelen işçilerin eski hayatlarına duyduğu özlemlerinin ve eski alışkanlıklarının olabileceğini öngöremedi. Corbusier'in fabrikasyon ruhunu yansıtan modern yapıtı, işçiler tarafından bir köy evine benzeyecek şekilde bahçelerine çitlerin çekildiği, çatının saçlarla kaplandığı bir yapıya dönüştürüldü. Corbusier burada "hız ve fabrikasyon" ruhunu yansıtmak üzere bir eser tasarlarken açıkçası "algılara yön vermek ya da beklentileri/ihtiyaçları karşılamak" şeklinde özetlenebilecek bir ikilikte yanlış dengeyi seçmiş bulunuyor.
Kitabın bir bölümünde insan duygularının nüanslara göre 180 derece farklılılaşmasına dair çok sayıda örnek veren de Botton, mimarinin birçok açıdan bir denge ve düzen kurma disiplini olduğunu çok sıkı vurguluyor. Özellikle "karmaşıklıkla birlikte sunulan düzen"e verilen Doge Sarayı örneği ile "düzenin sıkıcılığı"na verilen Procuratie Vecchie örneği yazarın yazılı soyutlamalarını görsel bir şekilde okurda tecessüm ettiriyor. Kitabın görsel seçiminin başarısı okumayı çok kolaylaştırıcı bir unsur olmuş.
Denge kurmaya dair önemli bir soru da özgünlük ve tekrarlanabilirlik arasında. Mimarlar özgün eserler mi üretsin yoksa en iyilenmiş tasarımımı mı tekrarlasın? Bu da şüphesiz ki bir paradigma sorusudur ve Adolf Loos'un aşağıdaki sözleri en dikkat çeken paradigmalardan biridir;
"The best form is there already and no one should be afraid of using it, even if the basic idea for it comes from someone else. Enough of our geniuses and their originality. Let us keep on repeating ourselves. Let one building be like another. We won’t be published in Deutsche Kunst und Dekoration and we won’t be made professors of applied art, but we will have served ourselves, our times, our nation and mankind to the best of our ability."
- Adolf Loos
Duyguların nüansına değinmenin bir diğer gerekçesi de sanırım yazarın kitabı yazma motivasyonuyla ilgili. Kitabın sonundaki aşağıdaki düşünce, mimari gibi sanat kimliği yüksek bir disiplinin ussallığını, bir büyübozumu olarak gösteriyor;
"Huzursuzluğumuzu mistik temellere dayandırırız çünkü aslında neyden rahatsız olduğumuzu bilemeyiz. Aslında akılla anlaşılamayacak bir duygumuz yoktur. Mimarideki ve kendimizdeki hatalara yol açan şey kim olduğumuzu bilmeyişimiz ve anlayamamamızdır."
Alain de Botton'un yukarıdaki ussalığa değinirken kitap boyunca verdiği örneklerde, mimaride kitabileştirilebilecek bir ideal'in, "kanıtlanmış oranların" ve "en iyi tasarım"ın bulunmadığını, bir yönerge hazırlamaya dair çabaların Palladio örneğinde olduğu gibi başarısız taklitlerden başka bir şey üretmediğini de gösteriyor. Bu durumda de Botton'un işaret ettiği ussallık, neyi neden seçeceğini bilen bir kişinin ussallığı oluyor. Yani matematiksel olarak formülüze edilebilecek bir öngörü ve sadeleştirme yapılamıyor ama çağını ve insanları okuyabilen bir mimarın bir us yürütümle en-iyi adayı olacak yapılar üretebilmesi mümkün görülüyor. (Galiba bu örneği kural temelli bir öngörü modeli yerine nöral ağ temelli bir modele (yaygın kullanımla yapay zekaya) de benzetebiliriz.)