A review by symx
Planet of Exile by Ursula K. Le Guin

4.0

Başlama Yeri kitabından sonra (ki az önce incelememi okuyup epey hatalarla dolu bir inceleme yazdığımı farkedip onları düzeltip tekrar paylaştığım kitaptır kendisi) bu kitabı okuma listeme almış olduğumdan ve 42 adlı bilimkurgu topluluğunun sıradaki kitabı da bu kitap seçildiğinden Sürgün Gezegeni'ne ideal şartlar hazırdı ve benim de başka bir kitap okumam için hiçbir sebep yoktu. Başlama Yeri kitabında Ursula K. Le Guin'in bende bıraktığı etki, beni çok rahatlıkla gerçeklikten uzaklaştırıp kendi dünyasında bana bir alan açmasıydı ve bu kitabın ilk sayfasını açtığımda yukarıdan kocaman eliyle beni avucunun içine alıp "Dünyalı Onur Uslu seni o evrenden şuraya alalım bakalım, nasıl bulacaksın?" diyerek kendimi başka bir yerde, başka bir alanda bulmamı sağladı.

Spoilerİlk önce Rolery'le tanıştırdı beni ve onunla beraber bu gezegenin bir parçasını keşfetmeye başladık. Ben sadece onun izleyicisiydim ama o benim onu her daim izlediğimi biliyor gibiydi. Kendi hikayesini iyi anlamam için ona dikkat etmemi buyurdu ve bana o anki koşulların nasıl olduğunu, sebepsizce etrafta dolaşırken kimlerle karşılaştığını ve o çok merak ettiren köprü üzerindeki yürüyüşü ile başına gelenleri benim bakışlarım altında bana aktardı.

Daha sonra Wold devreye girdi ve anlatım tarzı hiçbir şekilde değişmeden tatlı tatlı ilerlemesine rağmen izleyici koltuğumun onların yanında daha uzaklaşmaya başladığını, tek bir kişiye odaklı ilerlerken birdenbire tek bir ırka yukarıdan baktığımı hissettim. Sanki Ursula, o yine devasa eli ile benim koltuğumu değişik yerlere konumlandırıyor ve çok daha keskin perspektifler sunuyor gibiydi. Oysaki ben Rolery'i takip ederken bir koltuğa bağlandığımın bile hiç farkında değildim! Gezegenin yerlilerini bana en güzel şekilde tanıttıktan sonra...

Jakob Agat devreye girdi. Başka bir gezegenden bu gezegene gelen başka bir ırkın seçilmemiş lideri. Rolery ile tek bir kişiyi, Wold ile tek bir ırkı, Jakob Agat ile gezegenin neredeyse kendisini hiçbir şekilde şaşırmadan ve hiçbir şekilde konudan sapmadan seyrettim ve olan biteni seyrederken Ursula'nın beni nereye yönlendirdiğini, üzerimde neler yaptığını hiçbir zaman fark etmedim.

Kitabın ilerleyen kısımlarında koltuğumun sürekli Ursula K. Le Guin tanrıçası tarafından sürekli değiştirilmesiyle ben sanki o dünya olmuştum ve o dünyanın her yerinin her köşesine istediğim açıdan orada olan olaylara bakıyordum! Eh, ne yazık ki tanrıçamın beni Gaal'larla çok yakından tanıştırmaması aslında bu bahsettiğim teoriyi bir parça yok ediyor ama yine de bana yeterince imkan sunduğunu söylemeliyim! Landinlilerin dışlanmışlığı, Tevarlıların hırçın ve kendi başına buyruklukları, Gaal'lerin kuzeyden ortalığı yıkıp biçerek gelmesi... Bunların her birini onun devasa elinin sizi yönlendirmesiyle hissediyorsunuz. Yalnız bu öyle bir his ki çok hayali. Hani birisine aşık olursunuz ve onu gördüğünüzde tüyleriniz ürperir ya da korktuğunuz bir şey vardır ve karşınıza çıkınca kalbiniz yerinizden çıkar ya da üzüldüğünüz zaman birisine derdinizi anlattığınız, ona sarıldığınız zaman kendinizi sıcacık hissederseniz ya, buradaki durum o hislerin hayali versiyonu. Yani Rolery ile Jakob'ın aşkını sanki rüyanızda görüp hissetmişsiniz ama gerçek dünyaya döndüğünüzde yok olmuş gibi bir durum bahsettiğim şey.


İşte Ursula K. Le Guin'in benim için gerçek gücü bu. Beni gerçeklikten uzaklaştırıp bana her şeyin hayalini kurdurtabiliyor kendi evreninde. Ve ne zaman onun evreninden uzaklaşsam hayal ettiğim her şey onunla birlikte kopup gidiyor benden. Bir yazarın sizin için özel olmasına sebep olacakları sebeplerden birisini saysanız, ben onlardan bir tanesinin bu durum olduğunu söylerdim. Sürgün Gezegeni benim için yeterince vurucu, yeterince düşündürücü, yeterince sorgulatıcı bir kitap olmadı fakat kitabın her sayfasında ben bu hayatta değildim, başka bir yerdeydim. Başlama Yeri kitabına oranla bu kitapta bu hissiyatı daha çok aldım.

Sırf bu sebepten ötürü Ursula K. Le Guin'in aramızdan ayrılmış olması bu kitabı okumadan önce beni üzmüşse de bu kitaptan sonra aslında hiç ayrılmadığını kanıtlamış oldu. Ben zaten onun kitaplarını okuyarak onun evreninde olduğumu ve onun yanından hiç ayrılmadığımı anladım. O ise belki de kitaplarında onun hiçbir zaman hiçbir yere ayrılmadığını ve onu seven her insanın, onu kitaplarındaki sayfalarında bulabileceğinin farkında olarak bu satırları yazdı: "Ne yas ne de gurur, neşe kadar gerçekti; o neşe ki, gök ve deniz arasındaki soğuk rüzgarda titremiş, ateş gibi cayır cayır yanıp, birden sönmüştü. Burası onun kalesi, onun şehri, onun dünyasıydı; bunlar onun halkıydı. Burada sürgünde değildi." Evet, o orada bizimle beraberdi. O yüzden yeniden başka bir kitapla tekrar seninle görüşmek dileğiyle kraliçe...

Not: Kitabın önsözünün okuduğum en iyi önsözlerden birisi olduğunu ayrıca söylemeliyim. Bu incelemeye ilaveten tekrar önsözü okuyup incelememe ekleyeceğim.