A review by enur
Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler by Scott Lynch

4.0

İlk kitabın bıraktığı noktadan hızla ilerleyen bu devam kitabında o kadar çok olay oldu ki 696 sayfalık değil de 1000 küsür sayfalık bir kitap okumuş gibi hissediyorum. Gerçi bunda sadece olay çokluğu değil, yazım tarzının da etkisi var. Hem severek okudum hem de hiç bitmeyecek diye korktum haha

Hikayemizin başında büyük kayıplarının ardından Locke ve Jean'i Camorr'dan uzaklarda buluyoruz. Locke ruhsal bir buhranın içindeyken Jean devam edebilmenin ve Locke'u tekrardan ayağa kaldırmanın bir yolunu bulmaya çalışıyor. İlk kitapta olaylar öyle bir gelişmişti ki yas tutmaya ne karakterlerin ne bizim vaktimiz olmuştu. Bu yüzden başlarda o duygusal çalkantının gösterilmesi, üstün körü veya lafla geçilmemesi çok uygun düşmüş.

Jean elbette Locke'u kendine getirmeyi başarıyor ve kendilerini Tel Varrar'daki bir güç mücadelesinin ortasında herkese biz sizin için çalışıyoruz dedikleri bir çift taraflı casusluk silsilesinde buluyorlar. Tabii bu esnada da arkada kendi planlarını çeviriyorlar. Ama işler istediklerinden çok daha farklı bir yöne gidince kara haydutlarımız denizlere açılmak zorunda kalıyor.

Locke ve Jean birbirlerine sıkı sıkıya bağlı kalırken yeni düşmanlarla birlikte yeni dostlar da ediniyorlar. Ve ve Jean'in sevgilisi oldu! Benim gibi 'azıcık aşk da katsınlar ya ne olacak' kafalı biri için bu kurguyu daha bir şevkle okuma sebebiydi. KOCAMAN SPOILER OKUMADIYSAN AÇMA:
SpoilerHayır, öleceği barizdi. Kabul. Fakat ne olurdu yazar öldürmek yerine ayrı düşmelerine sebep olacak bir şey yapsaydı. Biraz olsun mutluluk bizim neyimize zaten..


Kurguda hoşuma giden nokta, hırsızlığı bir dini inancın parçası gibi kabul ediyorlar malum. Ama bu gerçek dünyadaki zihniyetimizle asla uyuşmadığı için Locke Lamora'nın Yalanları'nda macerayı sevsem de bu mantık aklıma yatmamıştı. Sanki bu inanç da Locke için bir tür dalaverenin parçasıymış gibiydi. KGAKD'de 'zenginleri rahatsız edip onlara hatırlatma' misyonu daha iyi verilmiş. Belki de karakter gelişiminin etkisiyle Locke ve Jean'i çılgın hırsızlardan daha fazlası olarak görebildim.

Hoşuma gitmeyen nokta ise Locke'un gerçek kimliğiyle ilgili bir başka hikaye var. Hatta belli ki ana hikayemiz o olacak. Fakat bu çok fazla arka planda kaldı. ((Tahminimce Hırsızlar Cumhuriyeti'nde bundan biraz daha fazla bahsedilecek ve 4. kitapla birlikte o hikayeye gireceğiz. Yani bu kitaplar bir nevi hazırlık. Her şey iyi, güzel fakat yazar çok yavaş kitap yazıyor. Bu yüzden de bu kadar yavaş kitap yazan biri için konuyu fazla dallandırıp budaklandırması ben de gitmemiz gereken yere varabilecek miyiz şüphesi oluşturuyor.))

Hırsızlar Cumhuriyeti demişken, sonunda Sabetha geliyoor! Herkes kendisinden nefret etmiş. Yine de olayların gidişatının yanı sıra Sabetha'yı merak ediyorum.