Take a photo of a barcode or cover
Üzerinde çok şey yazılabilecek bir kitap; fakat ne kadar şey yazılırsa yazılsın daima eksik kalacak, yetersiz olacak bir eser. Edebiyatımızın mihenk taşlarından. Oğuz Atay gibi bir kalem meşhûr-ı dünyâ olmayı sonuna kadar hak etmiş, sadece bizim dilimizde değil dünyanın diğer dillerinde de tanınması lâzım gelen bir kalem. Ancak, bence, bu imkansıza yakın. Çünkü Oğuz Atay'ın ustalığı, bir ölçüde de dilimizin sahip olduğu neredeyse tüm hazinelerin anahtarlarına sahip olmasından gelmekte; yazar dili öyle muhteşem, öyle şaşırtıcı kullanıyor ki bırakın başka dili, Türkçenin kendi için bile son derece anlaşılamaz hâle geldiği oluyor. Okumak çok uzun sürdü bu eseri. Zor bir dil, zor bir eser, doğru; ama aynı zamanda da bitirmek istemiyor insan bu kitabı, sürekli okumak istiyor. "Tutunamayanlar" -üzerine onlarca makale yazılabilecek içeriği, konusu, teması, üslûbu bir yana- edebiyatımızda köklü değişikliklere imza atmakla kalmıyor, aynı zamanda Türk insanının kendiyle hesaplaşmasına da öncülük ediyor.
challenging
dark
reflective
slow-paced
Plot or Character Driven:
Character
Strong character development:
Complicated
Loveable characters:
Yes
Diverse cast of characters:
Yes
Flaws of characters a main focus:
Yes
Hakkında pekçok şey söylenmiş ama ne yazık ki anlaşılmamış bir yazar var mı derseniz, cevabım Oğuz Atay ve Tutunamayanları olurdu. Bu durumda onun kendine has üslubu kadar, sosyal medyada dolaşan şu meşhur Olric'li, Efendimizli sahte alıntıların da payı var. Özellikle sosyal mecralarda sık sık önümüze düşen bu sözde alıntıları eserde bulamayan okurun hayal kırıklıklarını yazarı suçlarcasına bir ifade ile belirtmesiyse oldukça ironik. Belki de tiraji komik demeliydim bilmiyorum...
Ben kitabı bir okuma topluluğu ile birlikte okudum, yöneticilerin belirlediği günlük sayfa sayılarına göre ilerleyerek, anlayamadıklarımı elimden geldiği kadar araştırmaya çalışarak bitirdim. Genel yorumum, eserin bir okumayla yetinilmeyecek kitaplar kategorisinde olduğu. Hayatın hangi döneminde, hangi yaşınızda tekrar okuma yaparsanız o anki ruh durumunuza göre yorumlarsınız. Yıllar yıllar önce okuduğum Tutunamayanlarla şimdi okuduğum eser aynı ama ben değiştiğim için hissettiklerim, algıladıklarım farklı. Bu yüzden bir kaç sene sonra tekrar okurum diyorum kendi kendime. Bundan sonra yazacaklarım kesinlik içeren tespitlerden ziyade sonraki okumalarımda bana yol göstermesi için araştırmalarımdan birleştirdiğim notlar ve anlık düşüncelerim. Kitabı anladığım iddiasında değilim, anlamak için bulduklarıma tutunmaya çalışıyorum sadece. :)
Gelelim düşüncelerime:
Berna Moran, [b:Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a|12628849|Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2 Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a|Berna Moran|https://i.gr-assets.com/images/S/compressed.photo.goodreads.com/books/1435435023l/12628849._SY75_.jpg|17684476] eserinde Anadolu romancıları haksız düzene başkaldırırlarken, Atay ve
Atılgan bireyin sorunlarına eğilmişler ve burjuva zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmişlerdir. diyor ve sayfa 262'de Atay'ın Tutunamayanları, burjuva düzeninin kurallarına,
değer yargılarına, beğenisine, yaşam biçimine ayak uyduramayan, topluma yabancılaşmış yalnız insanlardır. Yazar küçük burjuva aydınlarını silkelemek için onların kültür değerleriyle, ideolojik tutumlarıyla, yaşamda bağlandıkları konvansiyonlarla alay eder, ama bununla yetinmez. Çünkü saldırı hedefi olan zihniyet sanat anlayışını da içerir ve bundan ötürü Atay saldırısını, tutunanların anlamayacağı, reddedeceği türden bir romanla yapar. Böylece onların roman konvansiyonlarını da yıkmaya çalışır. Eğer yalnız birincisini yapsa ve klasik gerçekçi romanla işini görseydi, meydan okuyuşu böylesine köktenci olmaz ve sanat anlayışı bakımından bir uzlaşmaya girmiş sayılacağından, isyanı gücünden çok şey yitirirdi. diye devam ediyor. Bunun üzerine söyleyecek söz yok bana göre.
BURADAN SONRASI SPOİLER OLDUĞUNDAN ESERİ OKUMADIYSANIZ LÜTFEN DEVAM ETMEYİN...
Eser birbirine dokunan hayatların içselleştirilmiş sunumu kısaca. Önce trende yolları kesişen gazeteci ve Turgut Özben'in öyküsü, Turgut'un gazeteciye gönderdiği mektup ve paketle Tutunamayanlar... Son olarak da Tutunamayanlarla birlikte Selim Işık'ın öyküsüne paralel Turgut Özben'in değişimi.
Selim'in yazdığı şarkılara Süleyman Kargı'nın yaptığı yorumlarda Güneş Dil Kuramı, tarih tezi gibi olgulara yapılan eleştirileri ironik bir dil kullanarak anlatan Oğuz Atay'ın yeteneğine hayran olmamak elde değil.
Turgut'un Ankara'da iş takibi için gittiği devlet dairesini betimlerken mizah ustalarının "pastich" dediği; "bir yapıtı ya da bir yapıtın bir parçasını başka bir bağlamda taklit yöntemi"ni uyguladığını da yine Berna Moran hocanın kitabından öğrendim. Bu betimlemelerde Kutsal Kitap'taki "On Emir"i iş takip edenlere uyarladığını okurken fark etmemiştim.
Kitabı bitirince yaptığım araştırmalarda Oğuz Atay'ın etkilendiği yazarlardan bahsedildiğini gördüm, bu yazarları ve araştırmalarda bahsedilen eserleri okuyup mukayese edince yazarımıza ve kullandığı dile dair farkındalığım artacaktır diye düşünüyorum.
Karakterlerin kendi iç dünyalarını daha doğrusu iç konuşmalarını okuyabilmek bir insanın beyninde misafir olmak gibiydi. İnsan düşünür, ama her düşündüğünü paylaşmaz ya hani, Oğuz Atay o paylaşılmayanı bize anlatmayı başarabilmiş özel bir kalem. Günseli'nin olay örgüsüne dahil olduğu zamana kadar hissettiğim iğneleyici, eleştirici üslup yerini daha sakin, romantik bir dile bıraktı. Yanlış saymadıysam 72 sayfa olan noktasız virgülsüz bölümde zorlanmış olsam da odaklanabildiğim zamanlarda verilmek istenen duygunun anlatım tekniği çok rahatlatıcıydı.
Zaman içinde Turgut Selimleşti deyip geçmek isterdim ama bana göre Turgut, Selim'in vefatından önce de bir tutunamayandı sadece bunu öyle bastırmıştı ki düşünmediği için farkında bile değildi.
Yine İsa'dan bahsettiği bölümlerde neden başka bir peygamberi değil de İsa'yı seçtiğini düşündüm. Yaşamı tutunamayan olmaya en müsait olan İsa galiba dedim kendi kendime. Onu da anlamamışlardı, tutunamayanların da temel derdi anlaşılamamak değil mi?
Buraya kadar yazdıklarım esere dair düşündüklerimin küçük bir özeti, eserden yaptığım çıkarımlar için doğruluk iddiam yok, tartışılabilir, ikinci kez okumuş olmama rağmen gözden kaçırdığım çok şey olduğunu hissediyorum, umarım tekrar tekrar okuyup daha çok düşünebilir, Oğuz Atay'ın şahsında Tutunamayanları daha iyi anlayabilirim.
Ben kitabı bir okuma topluluğu ile birlikte okudum, yöneticilerin belirlediği günlük sayfa sayılarına göre ilerleyerek, anlayamadıklarımı elimden geldiği kadar araştırmaya çalışarak bitirdim. Genel yorumum, eserin bir okumayla yetinilmeyecek kitaplar kategorisinde olduğu. Hayatın hangi döneminde, hangi yaşınızda tekrar okuma yaparsanız o anki ruh durumunuza göre yorumlarsınız. Yıllar yıllar önce okuduğum Tutunamayanlarla şimdi okuduğum eser aynı ama ben değiştiğim için hissettiklerim, algıladıklarım farklı. Bu yüzden bir kaç sene sonra tekrar okurum diyorum kendi kendime. Bundan sonra yazacaklarım kesinlik içeren tespitlerden ziyade sonraki okumalarımda bana yol göstermesi için araştırmalarımdan birleştirdiğim notlar ve anlık düşüncelerim. Kitabı anladığım iddiasında değilim, anlamak için bulduklarıma tutunmaya çalışıyorum sadece. :)
Gelelim düşüncelerime:
Berna Moran, [b:Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a|12628849|Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2 Sabahattin Ali'den Yusuf Atılgan'a|Berna Moran|https://i.gr-assets.com/images/S/compressed.photo.goodreads.com/books/1435435023l/12628849._SY75_.jpg|17684476] eserinde Anadolu romancıları haksız düzene başkaldırırlarken, Atay ve
Atılgan bireyin sorunlarına eğilmişler ve burjuva zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmişlerdir. diyor ve sayfa 262'de Atay'ın Tutunamayanları, burjuva düzeninin kurallarına,
değer yargılarına, beğenisine, yaşam biçimine ayak uyduramayan, topluma yabancılaşmış yalnız insanlardır. Yazar küçük burjuva aydınlarını silkelemek için onların kültür değerleriyle, ideolojik tutumlarıyla, yaşamda bağlandıkları konvansiyonlarla alay eder, ama bununla yetinmez. Çünkü saldırı hedefi olan zihniyet sanat anlayışını da içerir ve bundan ötürü Atay saldırısını, tutunanların anlamayacağı, reddedeceği türden bir romanla yapar. Böylece onların roman konvansiyonlarını da yıkmaya çalışır. Eğer yalnız birincisini yapsa ve klasik gerçekçi romanla işini görseydi, meydan okuyuşu böylesine köktenci olmaz ve sanat anlayışı bakımından bir uzlaşmaya girmiş sayılacağından, isyanı gücünden çok şey yitirirdi. diye devam ediyor. Bunun üzerine söyleyecek söz yok bana göre.
BURADAN SONRASI SPOİLER OLDUĞUNDAN ESERİ OKUMADIYSANIZ LÜTFEN DEVAM ETMEYİN...
Eser birbirine dokunan hayatların içselleştirilmiş sunumu kısaca. Önce trende yolları kesişen gazeteci ve Turgut Özben'in öyküsü, Turgut'un gazeteciye gönderdiği mektup ve paketle Tutunamayanlar... Son olarak da Tutunamayanlarla birlikte Selim Işık'ın öyküsüne paralel Turgut Özben'in değişimi.
Selim'in yazdığı şarkılara Süleyman Kargı'nın yaptığı yorumlarda Güneş Dil Kuramı, tarih tezi gibi olgulara yapılan eleştirileri ironik bir dil kullanarak anlatan Oğuz Atay'ın yeteneğine hayran olmamak elde değil.
Turgut'un Ankara'da iş takibi için gittiği devlet dairesini betimlerken mizah ustalarının "pastich" dediği; "bir yapıtı ya da bir yapıtın bir parçasını başka bir bağlamda taklit yöntemi"ni uyguladığını da yine Berna Moran hocanın kitabından öğrendim. Bu betimlemelerde Kutsal Kitap'taki "On Emir"i iş takip edenlere uyarladığını okurken fark etmemiştim.
Kitabı bitirince yaptığım araştırmalarda Oğuz Atay'ın etkilendiği yazarlardan bahsedildiğini gördüm, bu yazarları ve araştırmalarda bahsedilen eserleri okuyup mukayese edince yazarımıza ve kullandığı dile dair farkındalığım artacaktır diye düşünüyorum.
Karakterlerin kendi iç dünyalarını daha doğrusu iç konuşmalarını okuyabilmek bir insanın beyninde misafir olmak gibiydi. İnsan düşünür, ama her düşündüğünü paylaşmaz ya hani, Oğuz Atay o paylaşılmayanı bize anlatmayı başarabilmiş özel bir kalem. Günseli'nin olay örgüsüne dahil olduğu zamana kadar hissettiğim iğneleyici, eleştirici üslup yerini daha sakin, romantik bir dile bıraktı. Yanlış saymadıysam 72 sayfa olan noktasız virgülsüz bölümde zorlanmış olsam da odaklanabildiğim zamanlarda verilmek istenen duygunun anlatım tekniği çok rahatlatıcıydı.
Zaman içinde Turgut Selimleşti deyip geçmek isterdim ama bana göre Turgut, Selim'in vefatından önce de bir tutunamayandı sadece bunu öyle bastırmıştı ki düşünmediği için farkında bile değildi.
Yine İsa'dan bahsettiği bölümlerde neden başka bir peygamberi değil de İsa'yı seçtiğini düşündüm. Yaşamı tutunamayan olmaya en müsait olan İsa galiba dedim kendi kendime. Onu da anlamamışlardı, tutunamayanların da temel derdi anlaşılamamak değil mi?
Buraya kadar yazdıklarım esere dair düşündüklerimin küçük bir özeti, eserden yaptığım çıkarımlar için doğruluk iddiam yok, tartışılabilir, ikinci kez okumuş olmama rağmen gözden kaçırdığım çok şey olduğunu hissediyorum, umarım tekrar tekrar okuyup daha çok düşünebilir, Oğuz Atay'ın şahsında Tutunamayanları daha iyi anlayabilirim.
challenging
dark
reflective
slow-paced
It only took 200 or so days!
I don’t even know why I am bothering to write this review, because this book is so extremely interwoven with Turkish culture and language that I cannot even begin to imagine how one would translate it. There are parts of it where I felt I was not Turkish enough to understand properly!
It’s name would literally translate to “Those who can not hold on”, but the official translation uses “The Disconnected”. It is a story about a married man discovering that his university friend had committed suicide. Feeling as if he did not do his friendship justice, he sets to explore every aspect of his friend’s life and his stance on life starts to change.
The text itself, being postmodern, is astonishingly diverse in its format, switching styles and perspectives without a care. There is a 100 page long section told entirely in poem form. One 85 page long section is a thought-stream without a single paragraph break or punctuation, forming an essentially 85 page single sentence.
Where the book really shines, though, is the authors otherworldly talent (especially for the time) at drawing profound and introspective meanings and explanations from simple events or sayings. The book tackles the norms of marriage, friendship, work, intellectualism and more. It can also be read as a neurodivergent story, since the person who killed himself clearly shows signs of not fitting in and faking basic social interactions.
SUMMARY
This book is a linguistic, cultural and literary achievement in every way, not just of Turkish literature, but of all literature. It is slow, it loses track, it is dirty, and it is all part of its design. The only reason it is not getting a perfect score is because it is so hard to read and very inaccessible to wider audiences.
It is a masterpiece you (probably) won’t read.
I dedicate this review to those who could not hold on. Your legacies will forever live on with this book.
I don’t even know why I am bothering to write this review, because this book is so extremely interwoven with Turkish culture and language that I cannot even begin to imagine how one would translate it. There are parts of it where I felt I was not Turkish enough to understand properly!
It’s name would literally translate to “Those who can not hold on”, but the official translation uses “The Disconnected”. It is a story about a married man discovering that his university friend had committed suicide. Feeling as if he did not do his friendship justice, he sets to explore every aspect of his friend’s life and his stance on life starts to change.
The text itself, being postmodern, is astonishingly diverse in its format, switching styles and perspectives without a care. There is a 100 page long section told entirely in poem form. One 85 page long section is a thought-stream without a single paragraph break or punctuation, forming an essentially 85 page single sentence.
Where the book really shines, though, is the authors otherworldly talent (especially for the time) at drawing profound and introspective meanings and explanations from simple events or sayings. The book tackles the norms of marriage, friendship, work, intellectualism and more. It can also be read as a neurodivergent story, since the person who killed himself clearly shows signs of not fitting in and faking basic social interactions.
SUMMARY
This book is a linguistic, cultural and literary achievement in every way, not just of Turkish literature, but of all literature. It is slow, it loses track, it is dirty, and it is all part of its design. The only reason it is not getting a perfect score is because it is so hard to read and very inaccessible to wider audiences.
It is a masterpiece you (probably) won’t read.
I dedicate this review to those who could not hold on. Your legacies will forever live on with this book.
yani 1 yildiz verirdim ama bitince bir hmm ilginc oluyor insan. okuma iskencesine deger mi? hayir... boylece senelerdir erteledigim bu kitabi bitirerek bu senelik 70 kitap challenge'imi da bitiriyorum, girsinnnn
medium-paced
Bu kitabı okuduğumda baya beğendiğimi hatırlıyorum ama küçükken okumuştum ve çok hızlı okumuştum o yüzden incelememe çok güvenemiyorum. Neyse ne, Oğuz Atay iyi bir yazar, okuması keyifli
A man is emotionally devastated by the suicide of his best friend. It's the starting point for a quest to retrieve the motives of this friend. Through the book we are confronted with the world of men "without grip", men that don't succeed in coping with life. If we're honest, it's a struggle we all have to engage in.
Above everything this book is an experiment in writing in a modernist way; Atay rightfully is known as the Turkish Joyce. Especially the 60 pages long monologue by the girl friend of the dead person is a fabulous piece of art. This book deserves a better place in world literature. I've read this in the Dutch translation, I hope the English one is at least as good.
Above everything this book is an experiment in writing in a modernist way; Atay rightfully is known as the Turkish Joyce. Especially the 60 pages long monologue by the girl friend of the dead person is a fabulous piece of art. This book deserves a better place in world literature. I've read this in the Dutch translation, I hope the English one is at least as good.
challenging
dark
reflective
tense
slow-paced
Plot or Character Driven:
Character
Strong character development:
Yes
Loveable characters:
Complicated
Diverse cast of characters:
Complicated
Flaws of characters a main focus:
Yes
challenging
dark
emotional
mysterious
reflective
sad
tense
medium-paced
Plot or Character Driven:
Character
Strong character development:
Complicated
Loveable characters:
Complicated
Diverse cast of characters:
Complicated
Flaws of characters a main focus:
Yes
Çok gereksiz uzunlukta. Konunun ne olduğu laf kalabalığından anlaşılmıyor. 1/4ünden fazla dayanamadım.