Take a photo of a barcode or cover
emotional
sad
medium-paced
Plot or Character Driven:
Plot
Strong character development:
Yes
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
Yes
Flaws of characters a main focus:
Yes
emotional
reflective
sad
slow-paced
Plot or Character Driven:
A mix
Strong character development:
Yes
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Yes
very serviceable plot, but the writing is often very stiff and utilitarian. the majorit of this books many metaphors feel purposeless (although this could be the fault of the translation i was reading). occasionally, however, mishima writes with vast, awe-inspiring beauty, but i found these moments to be few and far between.
I'm glad I read this, although at times it was hard to get through. Most of my interest depended on the very lyrical, beautifully-written descriptions scattered through the book, and on the main character - who I enjoyed because I disliked him so much. What got me through the denser, drawn-out passages was waiting to see how and when Kiyoaki would get what was coming to him, which felt like the wrong reason to be reading this book.
reflective
sad
slow-paced
Plot or Character Driven:
Character
Strong character development:
Complicated
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Yes
reflective
slow-paced
Plot or Character Driven:
N/A
Strong character development:
N/A
Loveable characters:
No
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Yes
“But it was the kind of experience-like death, like the glow of a jewel, like the beauty of a sunset-that is almost impossible to convey to others.”
I am left unsure of how to express myself
I am left unsure of how to express myself
https://booknation.ro/recenzie-tetralogia-marea-fertilitatii-de-yukio-mishima/
emotional
Plot or Character Driven:
Character
Strong character development:
Yes
Loveable characters:
Yes
Diverse cast of characters:
No
Flaws of characters a main focus:
Complicated
Çok güzeldi. Uzun zamandır okuduğum en güzel şeylerden biriydi; karakterlerdeki derinlik, gerek dostluk gerek aşk olsun ilişkilerdeki heyecan, yazarın dili ve üslubu, uzun uzun ama hiç sıkmayan betimlemeleri… Kitap bende öyle bir his bıraktı ki o eski Japon evlerinin önünde bazen karın bazen sakuraların altında uzun bir yürüyüş gibiydi benim için. Şiir gibi romandı tam olarak. Dört kitaplık bir serinin daha ilk kitabı olduğu için anlattığı çok fazla olay olmamasına rağmen dili o kadar güzeldi ki okurken inanılmaz yok oluyor insan hikâyenin içinde.
Bahar Karları aslında Japon Modernleşmesini sembolize eden hikayelerle örülmüş bir dörtlemenin ilk kitabı. Ana kurgu Meiji dönemiyle birlikte modernleşmeye başlayan Japonya’nın yeni aristokratlarından birinin kibirli ve içine kapanık oğlu Kiyoaki ile Japonya’nın eski aristokratlarından birinin kızı olan Satako arasındaki aşk etrafında şekilleniyor. Bu ana hikâyenin arkasında ise Mişima, modernleşme ile kaybedilen Japon kültürüne ağıtını, Asya’nın kadim geleneklerine olan özlemini, ölüm, ruh göçü, aşk, özgür irade ve kader, ahlak ve hukuk gibi konulara dair felsefi analizlerini de ince ince örmüş. Bu örgülerin en barizi de Kiyoaki ve Honda üzerinden temsil edilen eski ve yeni Japonya.
Mişima, Japon modernleşmesinin benimsediği “Japonya’nın ideolojisi, Batı’nın teknolojisi” mottosuna rağmen neden Japonya’nın Batı kültürüne yenik düştüğünü Kiyoaki ve Honda karakterleri üzerinden sorguluyor. Kiyoaki karakteri, eski Japonya’nın neden yittiğinin bir okuması, Honda karakteri ise Japon modernleşmesinin nasıl gerçekleşmesi gerektiğine dair bir sorgulayış. Kiyoaki tüm zarafet ve güzelliğinin ardında büyük bir kırılganlık ve kabalık, ne kendisinin ne de başkalarının bir türlü çözemediği katman katman bir duygular karmaşası, özgüvensizlik, yozlaşmışlık ve her şeye güçlü gelme arzusu barındırıyor ve tüm bunlar bir nevi kendi sonunu getirmesine neden oluyor. Tıpkı yozlaşmış aristokrasinin kendi kadim kültürünü kendi kendine yok ederek Batılılaşmaya teslim olması gibi. Saf bir sağduyuya bürünmüş Honda ise, yaşam ve ölüm hakkındaki tüm mitlere kısmen gözünü kapamış olmasına rağmen durmadan bunlarla ilgili düşüncelere dalmaktan da kendisini alamıyor. Kendisini batının akılcılığına adamaya çalışan ama kökleri ve Kiyoaki’ye olan bağlılığı onu bir şekilde sürekli geri çeken bir karakter.
Spoiler vermeden daha fazla üzerine konuşmak imkânsız, ama tadı damağımda kalan bir okuma oldu ve kesinlikle tekrar okuyacağım bir eser. Bitirdiğim anda dahi geri dönüp tekrar okumaya başlayasım geldi. Derin tartışmalar barındıran kitapları, derdi olan deli yazarları okumayı sevenlere ve Japonya’nın eski sokaklarında şöyle bir yürüyüp gelmek isteyenlere sonuna kadar tavsiye ediyorum.
Bahar Karları aslında Japon Modernleşmesini sembolize eden hikayelerle örülmüş bir dörtlemenin ilk kitabı. Ana kurgu Meiji dönemiyle birlikte modernleşmeye başlayan Japonya’nın yeni aristokratlarından birinin kibirli ve içine kapanık oğlu Kiyoaki ile Japonya’nın eski aristokratlarından birinin kızı olan Satako arasındaki aşk etrafında şekilleniyor. Bu ana hikâyenin arkasında ise Mişima, modernleşme ile kaybedilen Japon kültürüne ağıtını, Asya’nın kadim geleneklerine olan özlemini, ölüm, ruh göçü, aşk, özgür irade ve kader, ahlak ve hukuk gibi konulara dair felsefi analizlerini de ince ince örmüş. Bu örgülerin en barizi de Kiyoaki ve Honda üzerinden temsil edilen eski ve yeni Japonya.
Mişima, Japon modernleşmesinin benimsediği “Japonya’nın ideolojisi, Batı’nın teknolojisi” mottosuna rağmen neden Japonya’nın Batı kültürüne yenik düştüğünü Kiyoaki ve Honda karakterleri üzerinden sorguluyor. Kiyoaki karakteri, eski Japonya’nın neden yittiğinin bir okuması, Honda karakteri ise Japon modernleşmesinin nasıl gerçekleşmesi gerektiğine dair bir sorgulayış. Kiyoaki tüm zarafet ve güzelliğinin ardında büyük bir kırılganlık ve kabalık, ne kendisinin ne de başkalarının bir türlü çözemediği katman katman bir duygular karmaşası, özgüvensizlik, yozlaşmışlık ve her şeye güçlü gelme arzusu barındırıyor ve tüm bunlar bir nevi kendi sonunu getirmesine neden oluyor. Tıpkı yozlaşmış aristokrasinin kendi kadim kültürünü kendi kendine yok ederek Batılılaşmaya teslim olması gibi. Saf bir sağduyuya bürünmüş Honda ise, yaşam ve ölüm hakkındaki tüm mitlere kısmen gözünü kapamış olmasına rağmen durmadan bunlarla ilgili düşüncelere dalmaktan da kendisini alamıyor. Kendisini batının akılcılığına adamaya çalışan ama kökleri ve Kiyoaki’ye olan bağlılığı onu bir şekilde sürekli geri çeken bir karakter.
Spoiler vermeden daha fazla üzerine konuşmak imkânsız, ama tadı damağımda kalan bir okuma oldu ve kesinlikle tekrar okuyacağım bir eser. Bitirdiğim anda dahi geri dönüp tekrar okumaya başlayasım geldi. Derin tartışmalar barındıran kitapları, derdi olan deli yazarları okumayı sevenlere ve Japonya’nın eski sokaklarında şöyle bir yürüyüp gelmek isteyenlere sonuna kadar tavsiye ediyorum.
Nearly perfect. Precise, subtle, contemplative, psychologically astute. Clean, direct prose.